Şahabeddin Sühreverdi Kimdir, Hayatı, Felsefesi, Eserleri, Hakkında Bilgi

ŞAHABEDDİN SÜHREVERDİ (1153-1191)

Iranlı filozof. İslam düşüncesinde Yeni-Platonculuk ve eski İran-Hint inançlarından esinlenen “İşrakilik” adlı aydınlanma felsefesinin kurucusudur.

İran’ın Azerbaycan yöresindeki Sühreverd kentinde doğdu, Halep ’te öldü. Gerçek adı Ebu’i-futuh Yahya b.Habeş b.Emirek’tir. Önce filozof el-Ceylî’den felsefe okudu, sonra İsfahan’a giderek Gizemcilik öğretisini yayanlar arasına katıldı. Harput Artuklu Emiri İmadeddin Karaaslan’m ilgisini çekince bir süre onun Diyarbekir’deki sarayında kaldı. Düşüncelerinin yayılmasından ve etkinliğinden tedirgin olan koyu Sünni çevrelerce, Müslümanlar arasında ayrılık yaratıyor suçlamasına uğradı. Bu suçlama üzerine Selâheddin Eyyubî’nin buyruğu gereğince öldürüldü. Bu olay nedeniyle, bu adla anılan mutasavvıf  Şehabeddin’le karıştırılmaması için kendisine maktul (öldürülmüş) Şahabeddin denir. Sühreverdi varlık, bilgi ve yaratma olaylarını incelerken mükâşefe (sezgi) yönteminden yararlanır. Bu yöntem ona göre tanrısal gizlere ulaşmanın yoludur, gönüle sezgiyle etkinlik kazandırmaktadır. Evrensel ve tinsel bilgiler, sezgiyle sağlanabilir. Sezgiyi oluşturan öğe ışındır (nur), ışın insan gövdesinde nesnel olarak yansır. Bu yansıma, insanda bir bilinç aydınlığı yaratır.

Şahabeddin Sühreverdi’nin felsefesi, usdışı bir sezgiye dayanır. Soyut düşünme yetisi yerine, yaşanmış coşkunluğu benimser. Ona göre gerçeklikler anlıkla bilinemez, çünkü, nesnelerin özleri ışımayla oluşur. Bu nedenle aydınlanma, yaratmanın temel öğesidir. Varlık, aşağıdan yukarıya doğru, zulmetten (özdek) Nur’a (idea) giden bir düzendir. Tüm Nur’lar ışınlar ışını (nuru’l-envar) olan Tanrı’da birleşir. Tek başına usa güvenilemez us, kuşkulu tine bilgi ve esneklik getirip, kuşkuyu yok eden gizemli sezgiyle bütünlenmelidir. Nur’larm nuru, olabilirliğin son sınırıdır. Nur, kendine oranla bir olanaktır, kendisinden oluşanlara oranla da zorunludur. Nur’lann nurundan karanlığa doğru alçalış, ışının yansıma özelliğinden kaynaklanır. Işınların bu sonsuz yansıma nitelikleri, oluşun değişik biçimlerini belirler. Yansıyanlar, yansıtanın çekiciliğinde devinir. Işınla nesneler arasında, var oluş doğaları ve evrimleri bakımından, ayrımlar bulunur. Sühreverdi’nin öğretisine göre filozoflar üç bölüme ayrılır:

  • Gizemsel haz ve buluşla uğraşanlar: peygamberler, Beyezıd-ı Bestami, Hallac-Mansur,
  • Araştırıcı düşünceyi ve gözlemi kullananlar: Aristoteles, gezimciler,
  • Düşünce ve ŞAH

usavurma oranında gizemsel görüş ve buluşu da kullananlar. İnsan buluş (keşf) yoluyla adım adım karanlıklardan ışığa yükselir. Tin eğitimi gönlü aydınlatır. Doğa ve tin olaylarım görüşüz, dolaysız kavrama yeteneği kazanır. Aydınlatma (işrak) yolu, edim yoludur. Gözlem ve dalınca dayalı sezgi ile insan, hayvansı varlığını aşar, düş gücünün üstüne yükselir. Böylece, ışın evreniyle başlayan yakınlaşma sonucu, görünmeyen varlık alanından (gayb) bilgi alabilecek duruma gelir. Aydınlanma bilimsel ve ussal biçimlerde değildir, kutsal bir ışınımdır. Bu ışın, Tanrı’dan kaynaklandığı için kişi bununla varlığa ve olaylara egemen olabilir.

Tüm var oluşun salt ilkesi, temel niteliği, sürekli aydınlanma olan ışınların ışınıdır. Varlığın temeli olan bu ışının kendi dışında bir nedeni yoktur. Yaratılış, onun özünden dışarıya taşma, fışkırma yoluyla, yukarıdan aşağıya doğru tüm varlık basamaklarına iner. Her aşama aydınlıktan karanlığa doğru bir sıralanmayı içerir.

Işının iki aydınlığı vardır: a) Soyut ışın: Bireysel ve evrensel algı olarak kendi biçimi yoktur. Kendi dışında bir nesnenin niteliği olamaz. Soyut ışm kendini gene kendi aracılığıyla, bilir, b) İlineksel (arızi) ışın: Biçimi olan ve kendi dışında bir nesnenin de niteliği olabilen ışındır.

Evrenlerin bir bölümü, Tanrı gibi önsüzdür (kadîm), bir bölümü sonradan yaratılmıştır (hadis), gök katlarının usları, tinleri öğelerin soyut tümelleri, hayvansı tin, düşünen tin (nefs-i natıka) sonradan yaratılmış biçimleridir.

Işın olmayanların tümü öğeleri birbirine dönüşen salt nicelik durumunda olan maddedir. Madde, uzayın ötesinde (karanlık töz, atom) ve içinde (ağırlık, tad, koku) olabilir.

Nesnel, somut bir varlık, karanlığın biçimlerinde oluşur ve soyut ışınca aydınlatılır. Karanlık biçimleri de varlığını, soyut ışından alırlar. Somut nesnelerin ayrımlaşmaları da değişik aydınlanma aşamalarında bulunma nedeniyledir. Evren ise ışının, dolaylı ya da dolaysız aydınlanması, ışıma yoğunluklarının, sonsuz değişen olanakları içinde yansımasıdır. Varlığın belli aşamaları bulunur. Bunlar da ışm düzeyinde olan Felsefesi anlık, tin ve biçimlerle öğeler düzeyindeki yalın ve bileşik nesnelerdir. Özdekte ortaya çıkan değişmelerin kaynağı devinimdir. Devinim zamanın bir türüdür, bu nedenle zaman için geçmiş gelecek ayrımı geçersizdir, yapaydır. Zamanın bir başlangıcı olduğunu ileri sürmek de zamanın içeriğine aykırıdır.

Varlığın üst düzeyine çıktıkça özdeksel devinimle ışının birleştiği yüksek organizmalara ulaşır. Bu üst aşamada, ışının en belirgin olduğu varlık düzeyi insan tinidir. Tin, ışm ve gövde ayrı nitelikler olarak değil de ışından tin ve gövdeye doğru bir gelişme diye anlaşılmalıdır. Çünkü tinle gövde arasında bağlaşım neden-sonuç ilişkisiyle açıklanamaz. Aydınlanmak isteyen gövde, ışının kaynağına doğru derin bir özleyişle yönelir. Tinin bu yönelimi dolaysız gerçekleşemez, onun doğasında doğrudan doğruya aydınlanma özelliği yoktur, o yapısı gereği karanlıktır.

Bunun gibi tin de özdekle doğrudan doğruya bağlantı kuramaz, ışınını ancak hayvansı tinle aktarabilir.

Şahabeddin Sühreverdi’nin kuramına göre bilgi- Bilgi nin kaynağı ışındır. Işın, insan tinindeki yetileri devindirerek bilginin oluşumunu sağlar. Bu yetiler de, içduyu ve dışduyu odakları olarak, ikiye ayrılır. Her duyu odağının beş özel yetisi vardır. Beynin duyarlı yeri, kavrayış gücü, düş gücü, anlayış yetisi ve bellek dışduyuyla, büyüme, sindirim ve onlarla ilgili devinimler de içduyuyla bağlantılıdır. Anlık işlemleri kendi aralarında bir bütün oluşturur. Bilginin sağlanmasında anlık ve duyu yetileri birlikte çalışır. Sözgelişi görme olayı ışık aracılığıyla göze yansıyan nesnel imgeler sonucu gerçekleşir. Anlık, nesneyi göz aracılığıyla, aydınlanmış olarak algılar. Nesneyle göz arasında, yansımayı bozacak bir engel yoksa, nesnelerin yasaları uyarınca, görme eylemi gerçekleşir. Şaha-beddin Sühreverdi’ye göre duyular ve usun yanı sıra, bilginin sağlanmasında, içsezgi de etkilidir. İçsezgi zaman ve uzayın ötesinde kalan süreçleri kavramaya yarar. Nitekim soyut varlıkları düşünme, tasarlama bu yetiyle olur.

Işın oluşun nedenidir ve belli bir tanımı gerektirmez, oluş aydınlatma eylemiyle gerçekleşir. Işın karşıtı olan karanlık (zulmet) onun eksilmiş, aydınlatıcı gücü azalmış yanıdır. Işın, oluşum nedeniyse, ilinektir (nefs). Kendi başına olan ışın soyuttur. Öte yandan karanlık, bir nesneye bağlı değilse töz adım alır, bağımlılık da biçimi gerektirir.

Tözler ve bağımlı ışınlar var olabilmek için soyut Nur’ları, onlar da “Nuru’l Envar”ı gereksinir. “Nu-ru’l Envar” her nesnenin bağımlı olduğu zorunluluktur, özünde değişme yoktur. Çokluk, madde dünyasındaki çeşitlilikten kaynaklanır. Nur’larm aydınlıkları birbirini etkiler, yansır. Bu yansıma, Nuru’l-Envar’dan zulmete doğrudur. İnsan, sevgi yolu ile Nur’larm aydınlığına ulaşabilir.

Şahabeddin Sühreverdi’ye göre insanı eyleme geçiren us, yabanıl tin ve hayvansı tin olmak üzere üç güç vardır. Us, anlayış gücünün ve bilginin kaynağıdır. Yabanıl tin, tutku, üstünlük, korkusuzluk, öfke gibi durumları doğurur. Hayvansı tin ise, üreme eyleminin, doğal güdülerin odağıdır. Tinin karanlıklardan, kötü eğilimlerden arınarak yetkinleşmesi, yücelmesi bilgiyle erdemin birleşmesine bağlıdır. Nesnel varlıklarla ilgili bilgilerin arttığı oranda ışm evrenine yaklaşılır. Bu yaklaşma birtakım tinsel aşamalar dizisine göre gerçekleşir. Bu aşamalar da Benlik, Kendini yadsıma ve İç-Benlik’i büsbütün ortadan kaldırmadır. Benlik aşamasında kişi kendini düşünür, yadsıma aşamasında dış evrenden uzaklaşarak kendi Iç-Benlik’ine döner, sonuncu aşamada kendi Iç-Benlik’ini de yadsıyarak evrensel aşkınlığa, tinsel yüceliğe ulaşır.

Ölüm tinsel ilerlemeyi durdurmaz, çünkü gövde dağılınca tin, kendi özelliklerini yitirmeksizin, başka nesnelerde varlığını korur.  Gövde tinin olgunlaşması, ilerlemesi için bir durak niteliğindedir. Bu yüzden dünya yaşamı süreklidir, her tin ulaştığı olgunluk düzeyine göre, sonradan geçtiği gövdede evrimini sürdürür. Tin gövdeye girince biri gökte, öteki yeryüzünde yaşamak üzere, ikiye bölünür. Dünyada tinin mutluluğu bu bölünmüşlüğü nedeniyledir. Tinde, gövdeden ayrılmasına karşın, kendi kendisiyle özdeş olma ve birlik vardır. Tin önsüz değil, sonsuzdur, soyut bir ışındır, düşünen tinin (nefs-i natıka) tanrısal tinle özdeşliği olmadığı gibi tümel tinin bir bölümü de değildir. Gövde öteki nesneler gibi yoğun karanlıktır.

Mantık, varlıkların sınıflanmasına yarayan, kategorileri konu edinir. Kategoriler biçim (heyet) ve töz (cevher) olmak üzere iki öbeğe ayrılır. Varlık ve öz gibi kategoriler nesnelerle değil mantıkla ilgilidir. Nesnel varlık (cisim) duyularla algılanan tözdür. Nesnenin biçimini oluşturan, kendisinden başkasını ayırt edici, nitelikleridir. Biçimin töze katılması gerçek değil ussal bir işlemdir. Çünkü nesnenin biçimi tözünden ayrılamaz.

Şahabeddin Sühreverdi, bu görüşünü öznitelik (zat) ve varlık (vücut) sorununda da ileri sürer. Öznitelik, öz ve gerçeklik anlıksal kavramlardır. En genel kategori, varlıktır. Öz, varlık dışında yoktur. Özün bilinip bilinemeyeceği sorusu da temelsizdir. Töz, nesnesi olandır, kendi başına varlık değildir. Nesneler arasındaki ayrımlar Nur’larm çeşitliliğine bağlıdır. Nur’lar ideler gibi varlığın biçimleri değil, nedenidir. Gerçekler bilinebilir, ancak bu bilme ussal temellere değil, sezgi ve gizeme dayanır.

Gerçeklikler yalın ve bileşik diye ikiye ayrılır. Yalın olan tanımlanamaz, duyuda ve anlıkta bulunur. Kanıtlamalar, yalınlara dayanır. Bileşik olanlar, bileşiğin öğeleriyle tanımlanabilir.

ESERLERİ (başlıca):

  • Heyakili’n-nur, (ö.s.), 1936, (Nur Heykelleri, 1949);
  • Kitabu’l-Mukavemat, (ö.s.), 1945, (“Direnmeler Kitabı”);
  • Munisu’l-Uşşak, (ö.s.), 1934 (“Sevenlerin Gönül Yoldaşı”);
  • Hikmetü’l-Işrak, (ö.s.), 1895, (“Aydınlatmanın Bilgeliği”);
  • Mecmua. fi’l-Hikmeti’l-Islamiye, (ö.s.), H.Corbin, 1945.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir