Muhammed Abduh Kimdir, Hayatı, Eserleri, Düşünceleri

MUHAMMED ABDUH (1849-1905)

Mısırlı din adamı. İslamın akılcı temellere dayandığını ve Batı uygarlığıyla bağdaşabileceğini savunan akımın önde gelen temsilcilerindendir.

Nil deltası bölgesindeki bir köyde doğdu, 11 Temmuz 1905’te İskenderiye yakınlarında öldü. Yerel güce sahip bir köylü ailesinden gelmekteydi. Ailesinin Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminde vergi tahsildarlarının zoruyla sürekli göç etmesinden dolayı güç koşullar içinde geçen çocukluk yılları belleğinde derin izler bıraktı. On üç yaşındayken el-Ezher’den sonra Mısır’ın en büyük dinsel kültür merkezi sayılan Tahta’daki Ahmedi Camii’ne gönderildi. Ezbere dayalı eğitim sistemine duyduğu tepki yüzünden buradan ayrılmaya kalktı. Ancak kendisine kutsal sözler ardındaki gizli anlamlan araştırma şevkini aşılayan dayısı Şeyh Derviş’in etkisiyle bundan vazgeçti. 1869’da Kahire’deki el-Ezher’de öğrenim görmeye başladı. Buradaki ilk yıllarında tasavvufa yönelerek bir zahid yaşantısı içine girdi. Yine dayısının ve İstanbul’a giderken Kahire’ye uğradığı sırada tanıdığı Cemaleddin Afgani’nin uyarılarına kulak vererek gerçek yaşamdan kopma tehlikesinden kurtuldu. 1871’de Mısır’a dönen Afgani’nin sadık öğrencilerinden biri oldu. Onun etkisi altında felsefeye yöneldi. Ayrıca İslam dünyasındaki sorunlar üzerinde durarak iki Lübnanlı kardeşin Kahire’de yeni kurdukları El-Ahram gazetesinde toplumsal ve siyasal içerikli makaleler yazmaya başladı.

1877’de “âlim” derecesi ile öğrenimini tamamlayan Abduh, el-Ezher’de öğretmenlik yapmanın yanı sıra evinde özel dersler vermeye başladı. 1879’da yeni yargıçlar ve öğretmenler yetiştirmek amacıyla kurulan Darülulûm’a müderris oldu. Derslerinde Tahtavi’ nin çabalarıyla İbn Haldun’un Mukaddime’sini ve Guizot’nun Avrupa, Uygarlığı Tarihi kitabının Arapça çevirisini okutarak öğrencilerini aydınlatmaya çalıştı.

Siyasal etkinlikleri

O sıralarda hıdiv İsmail Paşa’nin ve onun yerine getirilen oğlu Tevfik Paşa’nın mali ve siyasi bağımlılığa yol açan siyasetlerine, ağır vergi ve baskı uygulamalarına karşı değişik muhalefet odakları oluşmaktaydı. Tevfik Paşa’nm katı tutumu karşısında Batı aleyhtarı dinci ve milliyetçi çevreler, anayasal yönetim yandaşları ve Türk ve Çerkeş asıllı komutanların denetimine karşı olan Mısır’lı subaylar giderek milliyetçi bir akım yarattılar. Abduh El-Ahram’Askı yazılarıyla bu akımı desteklediği için emekliye ayrılarak köyünde oturmaya zorlandı. Ancak 188Q’de serbestlik yanlısı olan başbakan Riaz Paşa tarafından Kahire’ye çağrıldı ve resmi yayın organı Vekayiü’l-Mısriye’nin yazarlığına, bir süre sonra da başyazarlığına getirildi. Özellikle eğitime ilişkin yazılarıyla milliyetçi akımın sivil kanadının önderlerinden biri durumuna yükseldi.

Savaş bakanı olarak giderek hükümette büyük bir ağırlık kazanan ve milliyetçi akımın başına geçen Arabi Paşanın önderliğindeki askeri kanadın görüş ve yöntemlerine karşı çıkmakla birlikte, İngiliz saldırılarına karşı bu kanatla birlikte davranıp silahlı bir ayaklanma biçimine dönüşen ulusal direnişi destekledi. 1882’deki işgalden sonra tutuklandı ve büyük işkence gördü. Milliyetçi hareketin birdenbire dağılışı hayal kırıklığına uğramasına yol açtı. Üç yıl sürgüne mahkûm edildi. Bunun üzerine önce Beyrut’a, ardından Paris’e gidip burada Cemaleddin Afgani ile buluştu. Onun el-Urvetü’l-vuska’yı yayımlamasına, aynı adla bir gizli örgüt kurmasına yardımcı oldu. 1884’te Mısır ve Sudan’ın geleceği konusundaki İngiliz yetkililerle yapılan görüşmeleri yürütmek için Londra’ya gitti. Derginin kapanmasından sonra Tunus’a, oradan da Sudan’da Mehdi ile birleşmek düşüncesiyle kılık değiştirip Mısır’a geçti. Afgani’nin birçok planı gibi bu girişimin de boşa çıkması üzerine 1885’te yeniden Beyrut’a gidip bir hayır cemiyeti tarafınan kurulan okulda öğretmenlik yapmaya başladı.

Mısır’a dönüşü ve resmi görevleri

1888’de British Agency ve başka çevrelerin baskısıyla hıdiv Tevfik Paşa tarafından Mısır’a dönmesine izin verildi. Ilımlı bir tutum takınarak resmi makamlarla çatışmaya girmeksizin amaçlarım gerçekleştirme yolunu benimsedi. Önce yerel bir mahkemeye yargıç olarak atandı ve iki yıl sonra Temyiz Mahkemesi danışmanlığına getirildi. Bu sırada 1889’da dinsel hukuk sisteminin başkanlığı olan müftülük görevine atandı. Şeriat mahkemelerini ve. evkaf idaresini düzenlemeye çalıştı ve şeriatın çağın koşullarına uygun olarak yeniden yorumlanmasına girişti. Bazı koşullarla faize olanak tanıyan ilk fetvayı verdi. Müftülük görevinin yanı sıra bir danışma organı niteliğindeki Yasama Meclisi üyeliğine atandı. Özel okullar kurmayı amaçlayan Müslüman Hayır Cemiyeti’ni kurup yönetti. 1895’te hıdiv Abbas Hilmi Paşa’yı ikna ederek el-Ezher’in bir yönetim kuruluna bağlanmasını sağladı. Kurulun en etkin üyesi olarak üniversite düzeyindeki bu okulun yapısında köklü reformlara gidilmesine ön ayak oldu. İleri bir yaşta Fransızca öğrenerek dönemin Avrupa düşüncesini yakından izlemeye çalıştı. Birkaç kez Avrupa’yı dolaştı. Kendisini dinsizlikle suçlayan çevrelere karşı öğrencisi Muhammed Raşid Rıza’nin yönettiği el-Menar dergisini bir kürsü olarak kullandı. Mustafa Kâmil Paşa önderliğindeki milliyetçi hareketin ağır eleştirilerine uğramakla birlikte etrafında söz sahibi kişilerden oluşan bir çevre yaratarak düşünce alanında etkili bir yer edindi. Bu arada toplumu devrimci yöntemlerle dönüştürmeyi savunan Afgani’den de koparak değişmenin ancak insanların düşünce yapısının evrimiyle gerçekleşebileceğini öne sürdü. Afgani 1897’de öldüğü zaman onun anısına her hangi bir şey yazmaktan kaçındı. Evkaf idaresinin düzenlenmesi sırasında hıdivin yetkilerini sınırlamaya çalıştığı için Abbas Hilmi Paşa’nın düşmanlığını kazandıysa da, iyi ilişkiler içinde olduğu İngiliz Genel Valisi Lord Cromer’in ve şair Wilfrid Blunt’ın desteğiyle konumunu korudu.

Düşünceleri

Muhammed Abduh’un hareket noktası İslam dünyasının iç ve dış etkilerle düştüğü bunalıma bir çözüm bulmaktır. Ona göre İslamiyet’in “altın çağandan sonra Allah ile insanlar arasına bir takım ara varlıklar sokan mistik anlayış ve aklın özgürce kullanılmasını istemedikleri için İslam kurallarını dondurmaya çalışan yöneticiler, İslam dünyasında bir gerilemeye yol açmıştır. Buna karşılık Batı uygarlığı akılcılığa ve özgür araştırmaya düşman Hıristiyanlık’ la mücadele ederek yükselmiştir. Abduh, Batı uygarlığına açılmanın getirdiği değişiklikleri kaçınılmaz ve olumlu bir gelişme olarak değerlendirir. Ancak çeşitli alanlardaki kuramlarda ortaya çıkan ikiliğin toplumu köklerinden kopma tehlikesiyle karşı karşıya getirdiğini belirtir. Bu noktada değişme sürecini İslam ilkeleriyle bağdaştıracak bir yol tutmak gerektiği sonucuna vararak çağdaş düşüncenin temelini oluşturan akılcılığın, bilimsel düşüncenin ve ahlaki ilkelerin İslam’ın özünde var olduğunu göstermeye çalışır.

Selefiye

“Selefiye” de denilen bu görüşle İslam’ın ilk kaynaklarına dönme tutumunu benimser. Ancak bunu yaparken İslam’daki “maslaha” düşüncesini genel çıkar, “şura” düşüncesini parlamenter demokrasi ve “icma” düşüncesini kamuoyu kavramlarına doğru geliştirir. Kuran ve Hadisler’in genel ilkeleri ortaya koyduğunu, ortaya çıkan yeni sorunlarda bu genel ilkeler ışığında “içtihad” yoluna gidilebileceğini savunur. Siyasi planda Avrupa’nın egemenliğine olduğu kadar Doğu istibdatına da karşı çıkarak anayasal bir monarşi modelini benimser. Ancak toplumun henüz buna hazır olmadığını öne sürerek tek çıkar yolu, ulusal eğitimin geliştirilmesinde bulur.

Mısır Devleti’nin kurucusu sayılan Kavaklı Mehmed Ali Paşa’nın gücünü yasalara bağlılıktan değil, güçlü bir orduya sahip olmaktan aldığını, tarımı desteklerken Mısır’ı kendisine ait büyük bir mülk haline getirmeyi amaçladığını, yabancılara ayrıcalıklar tanıdığını ve yalnızca kendisine boyun eğenlere yaşama hakkı tanıdığını öne sürer. Muhammed Abduh’un din anlayışı Allah’a içten doğma bir inançla bağlanıp onun varlığını ve birliğini akıl yoluyla tanıma ilkesine dayanır. Üstün bir üslupla yazılmış olan Kuran ona göre Allah ile onun insanları eğitmek için gönderdiği son peygamber arasındaki bağın en önemli kanıtıdır. İslam’ın üstünlüğünün insan doğasına uygun olmasında ve ilerlemenin gereklerine açık olmasında yattığını savunur. Gazali’nin düşüncelerinden yola çıkmakla birlikte daha çok Maturidi ve İbn Sina gibi düşünürlerin etkisi altında kalmış ve Abbasiler’in önce destekleyip sonradan bastırdığı İslam’ın ilk akılcı akımı olan Mutezile’den birçok şey almıştır. Öte yandan görüşlerinde Comte’un pozitivizminin izleri de bulunmaktadır.

Temelde istikrarlı bir toplum kurmak amacıyla Mısır’daki geleneksel ve devrimci güçler arasında bir orta yol bulmaya çalışan Muhammed Abduh’un öğrencileri onun görüşlerini değişik yönlerde geliştirmiştir. Bunlar arasında Muhammed Ferid Vecdi, Muhammed Raşid Rıza, Ali Abdürrâzık, Kâzım Emin, Mustafa Abdürrâzık sayılabilir. Muhammed Abduh Türkiye’deki İslamcı düşünce akımlarını da etkilemiş, özellikle Mehmed Akif Ersoy şiirlerinde onun düşünceleri doğrultusunda görüşler ileri sürmüştür.

Eserleri (başlıca):

  • Şerhi Nehcü’l-Belaga, 1885
  • Şerhi Makamat-ı Bediuzzamanü’l-Hemedani, 1889
  • Risaletii’t-Tevhid, 1897
  • Şerhi Kitabü’l-Beşariü’l-Nasiriye Tasnif Kadı Zeyneddin, 1898
  • Takrir fi İslahi’l-Mehakimi l-Şeriye, 1900
  • el-Islam ve’l-Nasraniye maa’l-ilm ve’l-Medeniye, 1902
  • l’Europe et l’İslam, 1905

You May Also Like

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir